top of page

Ekonominin İşleyişi: Döngüleri Anlamak

Güncelleme tarihi: 17 Tem 2021

Yazıda ekonominin işleyişini ve işleyiş içerisindeki döngüsel süreci açıklanmıştır, keyifli okumalar.



Ekonomiyi anlamak için zihninizde basitçe çalışan bir makine canlandırın; bu sürekli, durmaksızın çalışan bir makine olsun. Düşlediğiniz bu durum, ekonominin ayakta durması ve yoluna devam etmesi anlamına gelir. Ekonomi hiç durmaz, tâki dişlilerin birbiri arasındaki uyumu bozabilecek herhangi bir nedenden dolayı artık dönemez hale geldiği noktaya kadar. Bu yazıda ekonomik döngülerin oluşumlarını, seyrini ve oluşan seyrin nedenlerini ele alarak işin özünü kavrayacaksınız.


Ekonominin ilerlemesini sağlayan 2 güçlü dinamik bulunmaktadır. Bunlar;

  1. Verimlilik Artışı

  2. Borç Döngüsü

Ekonominin yönünü belirleyen bu etkenleri bir araya getirererek ne gibi durumlar meydana getirdiklerini inceleyelim. Anlaşılabilecek en basit kısım ekonomi içerisinde gerçekleşen işlemlerdir. Ne zaman bir şeyler alsanız ya da satsanız, ekonomi açısından bir işlem gerçekleştiriyorsunuz demektir. Gerçekleştirdiğiniz ekonomik işlemlerin tümü para ya da kredi karşılığında mal, hizmet veya finansal varlıktan oluşmaktadır.




I. Ekonominin Yönetimi: Merkezi Yönetimi ve Merkez Bankası Arasındaki İlişki


Kredi, aynı para gibidir; harcanır. Harcanan para ve harcanan kredi miktarının toplamı bize toplam harcamayı verir. Toplam harcama miktarı ekonomiyi yönlendirir. Eğer toplam harcamayı satış miktarına bölersek fiyatı bulmuş oluruz, işte bu kadar basit. Bu, ekonominin temel yapı taşını oluşturur.


Bir ekonomide tüm döngüler ve yaratılan tüm etkiler yapılan işlemlerle birlikte yönlendirilir. Eğer ki gerçekleşen işlemleri anlarsak ekonominin bütününü de rahatlıkla anlayabiliriz. Pazarlar, bir alıcı ve satıcının aynı şey için karşılıklı işlem yapmasıyla meydana gelir. Örneğin, bir buğday piyasası vardır, bir otomobil piyasası, bir borsa veya bunun gibi pek çok şey için oluşturulmuş diğer pazarlar... Bir ekonomiyi, piyasalarında gerçekleşen işlemlerin tümü oluşturur. Yani piyasalardaki toplam harcama ve toplam satış miktarını toplarsak ekonomiyi anlamak için bilmeniz gereken her şeyi elde etmiş oluruz. İnsanlar, işletmeler, bankalar ve hükümetler. Hepsi benzer şekilde işlemde bulunurlar: Mal, hizmet ve finansal varlıklar elde etmek için para ve kredi alışverişi.


En büyük alıcı ve satıcı olan hükümet iki önemli yapıdan oluşur: vergileri toplayan ve para harcayan bir Merkezi Yönetim ile temel amacı fiyat istikrarı olan bir Merkez Bankası. Merkez bankaları diğer alıcı ve satıcılardan farklıdır, çünkü ekonomide para ve kredi miktarını kontrol eder. Bunu faiz oranlarını etkileyerek ve yeni banknotlar basarak yapar. Bu nedenlerden dolayı merkez bankaları kredi akışında en önemli oyuncudur.


Kredi konusuna dikkat etmenizi istiyorum. Kredi, ekonominin en önemli ve muhtemelen en az anlaşılan olgusudur, çünkü en büyük ve en değişken kısımdır. Alıcı ve satıcıların piyasada karşılaşması gibi borç veren ve borçlu alan da işlem yapar. Borç verenler varlıkları üzerinden daha fazla para kazanmak ister ve borçlular da paralarının yetmediği bir şeyler satın almak ister. Bir ev veya araba gibi ya da iş kurarak yatırım yapmak isteyebilirler. Kredi, hem borç verenin hem de borçlunun istediklerini olmasına yardımcı olabilir. Borçlular, anapara olarak adlandırılan ödünç aldıkları miktar ile birlikte faiz denen bir ek maliyeti geri ödemek için söz verir. Faiz oranlarının yüksek olduğu zaman daha az borçlanılır; çünkü borcun maliyeti gereğinden pahalıdır. Faiz oranları düşük olduğunda ise borçlanma artar; çünkü borcun maliyeti görece ucuzdur. Kredinin oluşturulabilmesi için borçlular geri ödemek için söz verir ve borç verenler de onlara geri ödeme konusunda güvenir. Tabi konu yeterince basit görünüyor ama kredi karmaşık ve aldatıcıdır. Kredi oluşturulduğu anda hemen borca dönüşür. Borç, hem borç verene hem de borçluya ait varlıktır artık ve borçluya bir sorumluluk yükler. Borçlu kredi ve faizini ödedikçe mülkiyet hakkı artarken, kalan vade ve sorumluluğu azalır.


Peki, kredi neden bu kadar önemli? Çünkü, bir borçlu ancak kredi aldığında harcamalarını artırması mümkündür. Hatırlarsanız, harcamalar ekonomiyi canlandırır demiştik. Birinin kişinin harcama yapması başka bir kişinin geliri olduğundan dolayı harcadığımız her lirayı bir başkası kazanır veya kazandığınız her lira bir başkasının harcamasıdır. Daha fazla harcama yaptığımızda başkası da daha fazla kazanıyor. Ayrıca, birinin geliri yükseldiği zaman borç verenler ona kredi vermeye daha istekli olur. Çünkü şimdi daha fazla kredi vermeye değer bulunur.


Kredi vermeye değer bulunmak iki şeye bağlıdır, bunlar: geri ödeme gücü ve teminat miktarı. Çok fazla gelire sahip olmak borcu geri ödeme gücü kazandırır. Borçlu geri ödeme yapamaz duruma düştüğünde ise teminat olarak kullanılabilecek; satılabilen, değerli mülklere sahip olması beklenir. Bu, borç vereni daha rahat hissettirir. Yani gelir artışı borçlanmaya izin verir ve bu da harcama artışı sağlar. Bir kişinin harcaması başka bir kişinin geliri olduğundan, artan borçlanmalara yol açar. Kendi kendini pekiştiren olaylar ekonomik büyümeye yol açar. Sonuçta ekonomik dalgalanmalar oluşur.


Ekonomik bir işlemde, bir şey almak için bir şey vermek zorundayızdır, ve ne kadar aldığınız ne kadar ürettiğinize bağlıdır. Zamanla eğitim aldık ve bu bilgi birikimi yaşam standardlarımızı yükseltti. Buna verimlilik artışı diyoruz. Yaratıcı ve çalışkan olanlar verimliliklerini ve yaşam standartlarını kayıtsız ve tembel olanlardan daha hızlı arttırırlar. Ama bu kısa vadede çok da önemli değildir. Verimlilik, uzun vadede önemlidir. Ancak kredi, en çok kısa vadede önemlidir. Çünkü verimlilik artışı çok dalgalanmaz ve verimlilik, ekonomik dalgalanmaların ana sebebi değildir; bunun sebebi borçtur. Kredi, borçlandığımız zaman ürettiğimizden daha fazla tüketmek için bize olanak sağlar ancak borcu geri öderken bizi ürettiğimizden daha az tüketmeye bize zorlar.




II. Kredilerde Yaşanan Borç Döngüsü


Borç dalgalanmaları iki büyük döngüyle oluşur. Biri yaklaşık 5 ile 10 yıl sürerken, diğeri yaklaşık 75 ile 100 yıl sürer. Çoğu insan dalgalanmaları hissederken bu durumu döngü olarak algılamaz, çünkü dalgaları çok yakından görürler. Aydan aya, haftadan haftaya ve hatta günden güne... Şimdi, en başında söylediğimiz iki büyük gücü anlamak için bir adım geri gidecek ve birlikte yaşamımızı nasıl etkilediklerine bakacağız.


Belirtmek gerekir ki, bir doğru etrafında hareket eden ekonomik dalga, ne kadar yenilik ya da sıkı çalışma olduğuna değil daha çok ne kadar kredi kullanıldığına bağlıdır. Bu durumu daha iyi anlayabilmek adına, kredinin olmadığı bir ekonomi düşünelim. Bu ekonomide harcamaları artırmanın tek yolu geliri artırmaktır. Bu da daha verimli olmayı ve daha fazla çalışmayı gerektirir. Artan verimlilik büyümenin tek yoludur. Bir kişinin harcaması başka bir kişinin geliri olduğundan, toplam üretim arttığında ekonomi de büyür. İşlemleri takip edersek ve tamamına bakarsak verimlilik artışı doğrusuna benzer bir süreç görürüz. Borç aldığımız için dalgalanmalar oluşur. Bu, herhangi bir teori veya politika nedeniyle değil insan doğası ve krediler nedeniyle olur.


Borçlanmayı basitçe, harcamayı arttırma hareketi olarak düşünebiliriz. Paramızın yetmediği bir şeyi almak için kazandığımızdan daha fazla harcamanız gerekir. Bunu yapmak için ise aslında gelecekteki kendinizden borç almamız gerekir. Bunun için de, gelecekte geri ödeme yapabilmemiz için kazandığımızdan daha az harcadığımız bir zaman oluşturmak zorunda kalırız. Bu bir döngüye benzer. Temelde, ne zaman borç alsanız bir döngü yaratmış olursunuz. Bu bir birey için geçerli olduğu kadar bir ekonomi için de geçerlidir. Krediyi anlayabilmek önemlidir, çünkü kredi hareketleri gelecekte yaşanacak mekanik ve öngörülebilir olaylar dizisine yol açar. Söz konusu olgu, parayla krediyi birbirinden ayırır.


Para, işlemlerinizi gerçekleştirdiğimiz şeydir. Para ile bir Türk kahvesi satın aldığımızda işlem derhal gerçekleşmiş olur. Ama kredi ile bir Türk kahvesi satın aldığımızda, bu işlem adisyon fişi açtırmaya benzer. Kahve bedelini ileride ödemek için söz vermiş oluruz. Kafe ile aramızda bir alacak ve borç ilişkisi yaratmış oluruz. Adisyonu ödeyene kadar alacak ve borç ortadan kalkmayacak; ancak borç bitince işlem gerçekleşmiş olacak. Aslında insanların para dediği şey çoğu zaman bir kredidir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki toplam kredi miktarı yaklaşık $50 trilyon ve toplam para miktarı sadece yaklaşık $3 trilyondur. Hatırlayalım, kredi olmadan bir ekonomide harcamaları artırmanın tek yolu daha fazla üretmektir. Ama kredili bir ekonomide borçlanma yoluyla da harcamaları arttırabiliriz. Sonuç olarak, kredili bir ekonomide daha fazla harcama vardır ve gelirlerin kısa vadede verimlilikten daha hızlı bir şekilde yükselmesini sağlar.


Uzun vadede ise tersi olur. Yanlış anlamayın, kredi mutlaka döngülere sebep olan kötü bir şey olmak zorunda değildir. Sorun, geri ödemekte güçlük çekilecek aşırı tüketimin finanse edilmesinde yaşanacak zorluktur. Ancak kredinin faydalı yanlarının da varlığı unutulmamalıdır. Doğru kullanılan kredi, kaynakların etkin kullanımını arttırır ve gelirleri arttırıp borcu geri ödeyebilmede olumlu bir şeydir. Örneğin, dev ekran bir televizyon satın almak için borç aldığımızda, bu televizyon borcun geri ödenmesinde gelirimizi artırıcı etki göstermez. Ama bir traktör satın almak için borçlandığımızda bu traktörü olağandan fazla ekin hasat etmek ve para kazanmak için kullanıyorsak borcumuzu geri ödeyebilir ve gelirimizi artırıcı etki gösterir. Sonuçta yaşam standartlarımız iyileşir.


Kredili bir ekonomide işlemleri takip edersek kredinin ekonomiyi büyüttüğünü görürüz. Bir örnek vereyim: yıllık 100.000,00₺ kazandığımızı ve hiçbir borcumuzun olmadığını varsayalım. 10.000,00₺ borç için yeterli kredibilitemiz (kredi kullanılabilirliği) var. Bu miktar kredi kartımızda duruyor. Böylece sadece 100.000,00₺ kazanıyor olsak bile 110.000,00₺ harcayabiliriz. Harcamanız başka bir kişinin geliri olduğundan, harcanabilir miktarın tümünü harcadığımızda bir başkası 110.000,00₺ kazanmış olur. 110.000,00₺ kazanan ve hiç borcu olmayan bu kişi de artık 11.000,00₺ borç alabilecek konumdadır. Sadece 110.000,00₺ kazanmasına rağmen artık 121.000,00₺ harcayabilir. O kişinin harcaması da başka bir kişinin geliridir ve işlemlerin tümünü takip edersek tekrarlarla kendi kendini arttıran bu sürecin nasıl işlediğini görmeye başlayabiliriz.


Ancak uyarıyorum, şunu sakın unutmayın; borçlanma, döngüleri oluşturur ve döngü yukarı giderse sonunda aşağı inmesi de gerekir. Bu bizi Kısa Vadeli Borç Döngüsüne götürür. Ekonomik faaliyetler arttıkça, bir genişleme görürüz ki bu, kısa vadeli borç döngüsünün ilk aşamasıdır. Harcamalar artmaya devam eder ve fiyatlar yükselmeye başlar. Bunun nedeni harcamalardaki artışın kredi ile beslenmesidir. Biliyoruz ki kredi, hiç yoktan yaratılabilen bir şeydir. Ne zaman ki harcama ve gelirlerin miktarı mal üretiminden daha hızlı büyüdüğü görülüyorsa fiyatlar da yükselir. Fiyatların yükselmesine enflasyon diyoruz. Bu, paranın mal ve hizmet genel fiyat seviyesi karşısında değer kaybettiği anlamına gelir. Kısaca, yaşam pahalılığından söz edilir. Merkez bankaları çok fazla enflasyon istemez, çünkü bu yönetimde zorluklar yaratabilecek sorunlara sebebiyet verebilir. Fiyatların yükselmesi de faiz oranlarını yükseltir. Yüksek faiz oranları ile daha az insanın borç para almaya gücü yeter. Mevcut borçların da maliyeti yükselir. Bunu kredi kartı aylık ödemelerimizin artması gibi düşünelim. İnsanlar daha az borçlandığından ve daha yüksek borç geri ödemeleri olduğundan dolayı harcamaya daha az paraları kalır ve bu yüzden harcama yavaşlar. Bir kişinin harcaması başka bir kişinin geliri olduğundan, gelirler birbiri ardına düşüş gösterir. İnsanlar daha az harcama yaparken, fiyatlar düşer. Biz buna deflasyon diyoruz. Bu, paranın mal ve hizmetlerin genel fiyat seviyesi karşısında değer kazandığı anlamına gelir. Ekonomik faaliyetler azalmış ve durgunluk ortaya çıkmıştır. Durgunluk çok şiddetli olursa ve artık enflasyon sorunu yoksa, merkez bankası toparlanmak için tekrar faiz oranlarını düşürecektir. Düşük faiz oranları ile borç geri ödemeleri azalır ve borçlanmalar ile harcamalar toparlanır. Böylece piyasada bir genişleme görürüz.


Gördüğünüz gibi, ekonomi bir makine gibi çalışır. Kısa vadeli borç döngüsünde harcama sadece borç veren ve borç alanın kredi alıp verme isteği ile sınırlıdır. Kredi kolayca alınabilir olduğunda ekonomide genişleme yaşanır. Kredi kolayca kullanılabilir olmadığında ise ekonomide daralma yaşanır. Bu döngünün özellikle merkez bankası tarafından yönetildiğini unutmayın. Kısa vadeli borç döngüsü genellikle 5 - 10 yıl sürer ve sürekli olarak tekrar tekrar yaşanır. Ama her dönemin en alt ve en üst noktası bir önceki dönemden daha fazla büyüme ve borç ile bittiğine dikkat edin. Neden? Çünkü insanlar ekonominin sınırlarını sürekli zorluyor. Borçlarını geri ödemek yerine yeniden borçlanıp harcama yapıyorlar. Bu insan oğlunun doğası. Bu nedenle, uzun süre içerisinde borçlar gelirlerden daha büyüme gösterir Uzun Vadeli Borç Döngüsü ortaya çıkar. İnsanlar daha borçlu hale gelmelerine rağmen borç verenler de daha kolay kredi dağıtmaya devam eder. Neden? Çünkü herkes işlerin çok iyi gittiğini düşünüyor. İnsanlar sadece son zamanlarda yaşananlara odaklanır, tarihte yaşananları akıllarının kenarında bile tutmazlar. Derler ki: "Son zamanlarda neler oluyor? Gelirler tırmanışa geçti! Menkul kıymetlerin değerleri artıyor... Borsa kükrüyor! Bu bir patlama!" Mal, hizmet ve finansal varlıklar borç alınan para ile satın alınıyor. İnsanlar bunu sürekli yaptığında, buna balon diyoruz. Yani borçlar artıyor olsa da gelirler de onları dengeleyecek kadar hızlı artıyor.


Olayı şöyle özetleyelim; borcun gelire olan oranına borç yükü denir. Gelirler yükselmeye devam ettikçe borç yükü idare edilebilir düzeydedir. Aynı zamanda mülk değerleri de artat. Bunu gören insanlar yatırım olarak mülk satın almak için büyük miktarlarda borç para alır. Bu da fiyatların daha da yükselmesine neden olur. İnsanlar kendilerini zengin hisseder. Bu yüzden aşırı borç birikimine rağmen yükselen gelirler ve mülk değerleri borçluların uzun bir süre kredi vermeye değer bireyler olarak görülmesine yardımcı olur. Fakat bu tabii ki sonsuza kadar devam edemez, etmez de zaten. On yıllar boyunca, borç yükü yavaş yavaş artar ve daha büyük borç geri ödemeleri oluşur. Bir noktadan sonra borç geri ödemeleri gelirlerden daha hızlı büyümeye başlar ve bu durum insanları harcamalarını kesmeye zorlar. Bildiğimiz gibi, bir kişinin harcaması başka bir kişinin geliri olduğundan dolayı gelirler aşağı düşmeye başlar. İnsanların kredibilitesi düşer, borçlanmalar azalır. Borç geri ödemeleri sürekli olarak devam eder ve bu durum harcamaların daha da azalmasına yol açar. Sonunda döngü yönünü tersine çevirmeye başlar. Bu uzun vadeli borçlanmanın zirve noktasıdır ve sırada çöküş vardır. Çünkü borç yükü çok büyümüştür ve ekonominin kaldıramayacağı bir seviyeye gelmiştir.


Hatırlayalım; Ülkemiz ve dünyanın geri kalanı için 2008 yılında yaşanan tam da budur. 1989 yılında Japonya'da da aynısı oldu ve 1929 yılında yine Amerika Birleşik Devletleri'nde. Patlayan balon sönmeye başlar. Borçlanma oranlarının düşmesiyle; insanlar, harcamalarını kısar, gelirler düşer, krediler kaybolur, mülkler ucuzlar, bankalar sıkıntıya düşer, borsa çöker, sosyal gerginlikler artar ve tüm sistem çökmeye başlar. Gelirler düştükçe ve borç geri ödemeleri arttıkça borçlular borcunu ödemekte zorlanmaya başlar. Artık kredi vermeye değer değillerdir. Kreditörler tarafından sağlanan krediler kurur ve borçlular borç geri ödemelerini ödemek için ödünç para alamaz hale gelir. Bu açmaza son vermek isteyen borçlular mülklerini satmak zorunda kalır ve bunun için piyasaya koşarlar.

Borsa çöktüğünde emlak piyasası batar ve bankalar çoktan sıkıntıya girmiştir. Mülk fiyatları düşerken borçluların gösterdiği teminatların değeri de düşer. Bu durum borçluları daha az kredi verilmeye değer hale getirir. İnsanlar kendilerini yoksul hisseder. Kredi hızla kaybolur. Daha az harcama daha az gelire, daha az gelir daha az servete, daha az servet daha az krediye, daha az kredi daha az borçlanmaya neden olur. Bu bir kısır döngüdür. Durgunluğa benzese de burada bir farklılık vardır. Burada faiz oranlarını indirmek günü kurtarmaz. Durgunluk döneminde faiz oranlarının düşürülmesi borçlanmayı teşvik eder. Ancak, ekonomi küçüldüğünde, faiz oranlarını düşürmek hiçbir işe yaramaz. Çünkü faiz oranları zaten düşüktür ve yakında %0'a düşer. Araştıracak olursak, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki faiz oranları 1930'larda ve yine 2008 yılında %0'a vurmuştu. Bunun etkili olmamasının nedeni durgunluk değil, küçülmedir. Ekonomik küçülmede borçlunun borç yükü çok büyümüştür ve faiz oranlarını düşürerek durum düzeltilemez. Alacaklılar borçların geri ödenmesinin risk altında olduğunu hisseder. Borçluların geri ödeme gücü kalmaz ve teminatlar değerini kaybeder. Artık kimse borç istemez ve kimse de borç vermez. Borç verenler borç vermeyi bırakır. Borçlular borçlanmayı keser. Ekonomiyi bir birey gibi, kredi vermeye değer olmadığını düşünün. Bu durum karşısında ne yapmalısınız? Sorun, borç yükünün yüksek olmasıdır ve çözüm, yükün azaltılması gerektiğidir.




III. Borç Yükünün Azaltılmasının Yolları


Borç yükünün azaltılmasının dört yolu vardır, bunlar;

  1. Bireyler, işletmeler ve hükümetler harcamaları kısar.

  2. Borçlar temerrüt ve yeniden yapılanma faaliyetleri yoluyla azaltılır.

  3. Servet zenginden fakire dağıtılır.

  4. Merkez bankası yeni para basar.

Bu dört yol modern tarihin her ekonomik krizinde uygulandı. Genellikle, ilk önce harcamalar kesilir. Gördüğümüz gibi, bireyler, işletmeler, bankalar ve hatta hükümetler harcamaları azalmak

ve borçlarını ödemek için kemerlerini sıkılaştırır. Bu, genellikle tasarruf olarak ifade edilir. Yanıltıcıdır, borçlular yeni borçlar almayı bıraktığında ve eski borçlarını ödemeye başlayınca borç yükünün azaltması beklenebilir. Fakat tam tersi olur. Harcamalar kesildiği için ve bir kişinin harcaması başka bir kişinin geliri olduğu için bu durum gelirlerin düşmesine neden olur. Gelirler borçların geri ödemesinden daha hızlı düşer ve borç yükü aslında daha da kötüleşir. Gördüğümüz gibi, harcamaları kesmek deflasyonist ve sancılıdır. İşletmeler maliyetlerini düşürmek zorunda kalır ki bu, daha az iş ve daha yüksek işsizlik demektir.


Söz konusu durum başka bir soruna yol açar: borçlar azaltılmalıdır. Birçok borçlu kendilerini kredilerini ödeyemez halde bulur. Bir borçlunun borçları, bir borç verenin alacağıdır. Borçlular bankaya ödeme yapamadığında, insanlar bankanın kendi paralarını ödeyemeyeceğinden endişelenir ve böylece bankadan paralarını çekmek için acele ederler. Bankalarda para kalmazken insanlar, işletmeler ve bankalar temerrüde düşer. Bu ciddi ekonomik daralmada oluşan bir depresyon halidir. Aslında depresyonun büyük bir kısmı insanların var olduğunu düşündükleri zenginliklerinin gerçekte olmadığının farkına vardıklarında baş gösterir.

Kafeye geri dönelim. Garsondan bir Türk kahvesi istediğimizde ve adisyon önümüze geldiğinde kahvenin bedelini ödemek için bir söz vermiş oluruz. Önümüzdeki adisyon kafeye karşı bizi borçlu ve kasiyeri ise alacaklı haline getirdi. Sözünüzü tutmaz ve geri ödeme yapmazsak temerrüde düşmüş oluruz. Kasiyerin alacağının ise hiçbir değeri kalmaz. Özünde alacak kaybolur. Ancak kimse alacaklarının kaybolmasını istemez ve kaybetmektense borcun yeniden yapılanmasında anlaşmak isterler. Borç yeniden yapılandırması, daha az geri ödeme ya da daha uzun bir zaman dilimi içinde geri ödeme veya daha düşük bir faiz oranı anlamına gelir. Bir şekilde sözleşme, borcu azaltacak şekilde bozulmuştur. Alacaklılar hiç yerine az bir şeyi tercih etmiştir. yeniden yapılandırmada gelir ve mülk değerlerinin daha hızlı düşmesine sebep olur. Sonuçta borç yükü kötüye gitmeye devam eder. Harcamaları keser gibi, borç azaltmanın sonuçları da ağrılı ve deflasyonisttir. Bu etkilerin hepsi merkezi hükümeti etkiler çünkü daha düşük gelir ve daha az istihdam, hükümetin daha az vergi toplaması demektir. Aynı zamanda işsizlik artışı nedeniyle hükümetin harcamaları artırması gerekir. İşsizler para biriktiremez ve hükümetten mali destek talep eder. Talep karşısında hükümetler teşvik planları oluşturur ve ekonomideki düşüşü telafi etmek için kendi harcamalarını arttırır.


Hükümetlerin bütçe açıkları kriz dönemlerinde patlayabilir, çünkü vergi kazançlarından daha fazla harcama yaparlar. Bu, haberlerde bütçe açığı hakkında konuşulduğunu duyduğunuzda olup bitenlerdir. Açıklarını kapatmak için hükümetlerin ya vergileri arttırması ya da borç alması gerekir. Ama gelirler düşerken ve işsizlik yaygın iken para nereden gelecek? Cevap basit, zenginlerden. Hükümetin daha fazla paraya ihtiyacı olduğu ve zenginlik halkın küçük bir kısmında yoğunlaştığı için hükümetler doğal olarak zenginlerin vergilerini yükseltir. Ekonomide zenginliğin yeniden paylaştırılması sağlanır, zenginden fakire. Yoksullar varlıklılara kızmaya başlar. Zengin varlıklılar zayıf ekonomi, düşen fiyatlar, yüksek vergiler tarafından sıkıştırılır ve yoksullara kızmaya başlar. Depresyon devam ederse sosyal kargaşa patlak verebilir. Sadece ülke içi gerginlik değil ülkeler arasında da gerginlik çıkabilir, özellikle borç veren ve borçlu ülkeler arasında. Bu durum, siyasi değişime yol açabilir. Bazen bu değişim aşırıya kaçabilir. Bu aşırılık 1930'larda Hitler'in iktidara gelmesine, Avrupa'da savaşa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde depresyona yol açmıştır. Depresyonu bitirmek için baskılar artar. Hatırlayalım, insanların para olduğunu düşündüğü şeyin çoğu aslında bir kredidir demiştik. Yani, kredi kaybolunca insanların yeteri kadar parası kalmaz.


İnsanlar para için çaresizce para arar. Peki, parayı kimin bastığını hatırlıyor musunuz? Merkez bankaları basabilir. Faiz oranının zaten neredeyse %0 olması merkez bankalarını para basmak zorunda bırakıyor. Harcamaları kesmenin, borç azaltmanın ve refahın yeniden dağıtılmasının aksine para basımı enflasyonist ve canlandırıcıdır. Kaçınılmaz olarak, merkez bankası hiç yoktan yeni banknotlar basar ve bunu finansal varlıkları ve devlet tahvillerini satın almak için kullanır. Bu vaka, "Büyük Buhran" sırasında Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşandı ve yine 2008 yılında, Amerika Birleşik Devletleri'nin merkez bankası olan "Federal Rezerv", 2 trilyon $'ın üzerinde banknot bastı. Dünyadaki diğer merkez bankaları da benzer şekilde para bastı. Bu paralarla finansal varlıkları satın alarak ve mülk fiyatlarının artırılmasıyla birlikte bireyler kredi verilebilir hale geldi. Ancak, bu sadece finansal varlıkların sahibi olanlara yardımcı olur.


Bildiğimiz gibi merkez bankası para basabilir ama sadece finansal varlıkları satın alabilir. Diğer taraftan hükümet, mal ve hizmet satın alabilir ve insanlara teşvik verebilir ama para bastıramaz. Yani, ekonomiyi canlandırmak amacıyla ikisinin işbirliği gerekir. Merkez bankaları devlet tahvili satın alarak aslında hükümete borç para verir ki, hükümet açık verebilsin ve ekonomiyi canlandırmak için mal ve hizmet harcamalarını ve işsizlik yardımlarını arttırabilsin. Bu insanların gelirini artırır ve aynı zamanda hükümetin borcunu da. Bununla birlikte, bu durum ekonominin toplam borç yükünü düşürecektir. Bu çok riskli bir dönemdir. Politika yapıcılarının borç yükünü azaltırken bu dört hareketi dengelemesi gerekir. İstikrarı korumak için deflasyonist hareketi enflasyonist hareketle dengelemek gerekir. Düzgünce dengelenirse, buna borçlardan kurtulma denir.


Borçluluğu azaltma durumu çirkin olabilir ya da güzel olabilir. Borçluluğu azaltmak zor bir durum olsa da, bu zor durumu mümkün olan en iyi şekilde yönetmek hiç yoktan iyidir. En azından borçla beslenen, dengesiz, aşırı ekonomik büyümeden daha iyi bir durumdur. Güzelce borçlardan kurtulurken, borçlar gelirlere kıyasla daha çok düşer, reel ekonomik büyüme pozitif hâl alır ve enflasyon bizim için bir sorun değildir. Bunlar dengeyi koruyarak elde edilebilir. Denge durumu belirli düzeyde oluşan bir karışımı gerektirir. Bu karışım; harcamaları kesmek, borcu azaltmak, servet aktarımı ve para basmakla oluşturulmalıdır; böylece ekonomik ve sosyal istikrar korunabilir.


İnsanlar, "Eğer para basarsak enflasyon yükselir mi?" diye merak ediyor. Eğer azalan kredilerle dengelenirse enflasyon yükselmez. Hatırlayalım, önemli olan harcamalardır. Nakit olarak harcanan bir lira ile kredi olarak harcanan bir lira, fiyatlar üzerinde aynı etkiye sahiptir. Merkez bankaları para basarak; kredilerin kaybolmasını, para miktarındaki artışla telafi edebilir. Daha iyi anlamak açısından konunun derinine inelim, Merkez bankalarının sadece gelir artışını pompalaması yetmez, ayrıca birikmiş borcun faiz oranından daha büyük gelir artış oranı sağlaması gerekir. Ne demek istiyorum? Temel olarak, gelirlerin borçlardan daha hızlı büyümesi gerektiğini söylemek istiyorum. Örneğin: borcun gelire oranı %100 olan bir ülkenin borcunu azaltma döneminde olduğunu farz edelim. Bu borç miktarının tüm ülkenin bir yılda elde ettiği gelire eşit olduğu anlamına gelir. Şimdi bu borcun faiz oranını düşünelim, faizi %2 alalım. Borç, faiz oranı nedeniyle %2 büyür, gelir sadece %1 büyürse; asla bu borç yükünü azaltamaz.


Gelir artışının faiz oranını geçmesini sağlayacak kadar para basmanız gerekir. Ancak, para basmak çok kolaydır; kolayca istismar edilebilir ve insanlar para basmayı alternatiflerine tercih eder. Önemli olan aşırı para basmaktan ve kabul edilemeyecek kadar yüksek enflasyona yol açmaktan kaçınmaktır. Bu konu ile ilgili önemli bir vakayı Almanya 1920'li yıllarda yaşamıştır. Politika yapıcılar doğru dengeyi elde ederse, borçluluğu azaltma durumu o kadar da dramatik değildir. Büyüme yavaşlar ama borç yükü azalır. Bu, borçluluğu çok fazla zorlanmadan azaltma durumudur. Gelirler yükselmeye başladığında, borçlular da kredi vermeye değer görünmeye başlar. Borçlular kredi verilmeye değer göründüğünde, borç verenler borç para vermeye başlar. Borç yükü sonunda düşmeye başlar. Borçlanabilen bireyler daha fazla harcar. Sonunda, ekonomi yeniden büyümeye başlar. Uzun vadeli borç döngüsünden reflasyon (makul oranlı enflasyon) aşamasına girer. Borç azaltımı kötü yönetilirse, sonuçları korkunç olabilir. İyi yönetilirse, sonunda tüm sorun çözülecektir. Kabaca bir on yıl veya daha fazla sürede borç yükü düşer ve ekonomik faaliyetler normalleşirse bu döneme "kayıp yıllar" denir. Tabii ki, ekonomi bu şablondan çok daha karmaşıktır.




IV. Ekonomik Sorunları Anlamak için Çözüm Önerileri


Borç döngüsü ve verimlilik artışı doğrusunun durumu bize nerede olduğumuzun ve nereye gideceğimizle ilgili güzel bir model verir. Yani özetle, bahsetmek istediğim üç temel kural var:

  • Birincisi; borcunuz gelirinizden hızlı büyümesin, çünkü eninde sonunda borç yükü altında ezilirsiniz.

  • İkincisi; geliriniz üretkenliğinizden hızlı büyümesin, çünkü üretkenlikle rekabet edemezsiniz.

  • Üçüncüsü; üretiminizi artırmak için yapabileceğiniz her şeyi yapın, çünkü uzun vadede en önemli şey budur.


Bu üç önemli kriter, politika yapıcılar dahil herkes için basit birer tavsiyedir. Şaşırabilirsiniz ama çoğu kişi, ki politika yapıcıları da buna dahil, bu konulara yeterince önem vermiyor. Yazdıklarımın işinize yaramasını umuyorum, anlayışınız ve gösterdiğiniz ilgi için teşekkürler. Aklınıza takılan herhangi bir soru ya da eleştirileriniz varsa yorumlarınızı bekliyorum.




Bir başka konu ile yeniden görüşmek dileğiyle, sağlıcakla.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Mum Grafikler

Furkan Aldemir

bottom of page